“Çok şey vardı anlatılacak o yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?”
-Oğuz Atay
Güller sizin olsun dikenleriyle, ben papatya seviyorum bütün güzelliğiyle. İşte bu yüzden hayatın nehirleri, önümden akıp gitmiş hep coşkun bir şekilde. Kimi zaman geçip giden güzelliklere geç kalmışım, kimi zamanda teğet geçmiş beni. Dönüp baktığımda arkama, o güzellikler hep seninle.
Dile getiremediklerim vardı çoğu zaman, benim sustuklarım senin duymadıkların. Oysa ki bağıra bağıra bakıyordum sana, sana sığınıyordum her anımda.
Bırakmaman için ayaklarına kapanmış bir aciz gibi ve yahut kendini sevdirmek için bacaklarına dolanmış bir kedi gibi masum sevdim seni. İçimde öyle güzeldin ki dışa vurmaya korktum. Uzaktan seyrettim seni, aşklarını, acılarını…
Güzel kavramının tanımı tam olarak sensin. Kahvenin ocakta kaynatıldığı zaman etrafa saçtığı koku, küçükken sobanın üzerine koyduğumuz mandalina kabuklarının kokusu, ilkbaharda açan ilk çiçek, kardan kafasını güneşe doğru kaldırmaya çalışan kardelen, her zaman yüzü güneşe dönük ayçiçeği gibi güzelsin. Güzelsin çünkü benim içimdesin. Sen benim için güzelsin. Bana güzelsin, bana özelsin. Seni düşünmek güzel his, seni düşünmek en özel his.
***
Gelip çatmıştı işte o gün. ‘Seni seviyorum, seni çok seviyorum.’ Ne kadar olmuştu bugünü bekleyeli, kaç gün? Kaç ay? Hatta kaç yıl? Oysa ki bu kadar basitti işte söylemek, seni seviyorum demek. İzlemekle yetindik sadece hayatlarımızı, sevdalarımızı, gelip geçen aşklarımızı. Söylüyorum işte, haykırıyorum sana; aç kulaklarını ‘seni seviyorum, seni seviyorum’.
***
Tam altı yıl. Soğuk kış günlerinde yürüyüş yaptığımızda ellerim çok üşür, kıpkırmızı olurdu. Bir gün yine onunla buluşmak için evden çıkmıştım, yanına ilk gittiğimde selamlaşmak yerine cebinden eldivenlerini çıkartıp ellerime takmıştı. Eldivenler elime o kadar büyüktü ki gün boyu benimle dalga geçmişti. Mağazaya girdiğimizde ben ojelere ve parfümlere bakarken o bana çorap beğenir, çorap alırdı. “Küçücüksün ayaklarını üşütüp hasta olursan kiminle gezeceğim” der ufaktan tebessüm ederdi. O kadar çok hoşuma giderdi ki bana böyle davranması.
Metrobüse yetişme bahanesiyle elimden tutar durak boyu koşardık. Metrobüse bindiğimizde ise; “Senin boyun yetmez tutunamazsın sen şimdi, hadi sarıl bana” der sarardı beni. Minibüste hemen yanımda durup saçlarımı koklar, yüzünde çok fondöten var bahanesiyle yüzümü severdi.
İşte şimdi kaçamak kaçamak yüzünü seyrettiğim adam tam karşımdaydı. Bana bakıyor ve gülümsüyor. Hiçbir anını kaçırmamak için dikkatlice seyrediyor, her kelimesini anlamaya çalışıyordum. Hayat acımasız olduğu kadar, vefakardı da. En güzel hediyesini sunmuştu işte bana.
***
Gökyüzü gibi uçsuz bucaksız topraklarında yaşamak...
Yorumlar
Yorum Gönder